Osmanlıca Okuma Metinleri (2) Çiftçinin Nasihatı
ÇİFTÇİNİN NASİHATI
Vaktiyle bir çiftçi varmış,
Tecrübeli ihtiyarmış.
Hastalanıp yatmış bir gün
Çocuklar mahzun, küskün
Toplanmışlar etrafına
Demiş: Kulak verin bana
Çünkü artık yavrularım
Öleceğim, ihtiyarım.
Çiftçi ölür üç gün sonra
Son sözleri babanızın
Aklınızda iyi kalsın!
Tarlamızda hazine var
Kazarsanız altın çıkar.
Tarla kalır çocuklara .
Kazma, kürek koşuşarak
İçindeki taşı toprak…
Vaktiyle bir çiftçi varmış,
Tecrübeli ihtiyarmış.
Hastalanıp yatmış bir gün
Çocuklar mahzun, küskün
Toplanmışlar etrafına
Demiş: Kulak verin bana
Çünkü artık yavrularım
Öleceğim, ihtiyarım.
Çiftçi ölür üç gün sonra
Son sözleri babanızın
Aklınızda iyi kalsın!
Tarlamızda hazine var
Kazarsanız altın çıkar.
Tarla kalır çocuklara .
Kazma, kürek koşuşarak
İçindeki taşı toprak…
Kaynak: Osmanlıca Metinleri Okumaya Giriş, Tekin Açıkel, 2011
etiketler osmanlıca , osmanlıca metin , osmanlıca metinleri
Osmanlıca Okuma Metinleri (1) Kuzu ve Bebek
KUZU VE BEBEK
Kuzunun yününü kırpdılar, hayvancağız sesini çıkarmadı. Fakat esvabı alınınca kederlendi. Çünkü hava soğudu. Kuzu
üşüdü, acı acı meledi. Hemen güneş çıkdı, kuzuyu ısıttı. Hayvancağız sevindi, sıçramaya başladı.
Kuzu bir kadıncağızın idi. Kadının da bir küçük çocuğu vardı. Güler, oynardı. Kış geldi, çocuk şevkini kaçırdı. Zira
çok soğuk vardı. Zavallıcık donuyordu.
Bunun üzerine annesi kalın, ısıtıcı, çoraplar ördü, çamaşır dikti, ona giydirdi. Bebek yine ferahlandı, gülmeye başladı.
Kuzunun yününü kırpdılar, hayvancağız sesini çıkarmadı. Fakat esvabı alınınca kederlendi. Çünkü hava soğudu. Kuzu
üşüdü, acı acı meledi. Hemen güneş çıkdı, kuzuyu ısıttı. Hayvancağız sevindi, sıçramaya başladı.
Kuzu bir kadıncağızın idi. Kadının da bir küçük çocuğu vardı. Güler, oynardı. Kış geldi, çocuk şevkini kaçırdı. Zira
çok soğuk vardı. Zavallıcık donuyordu.
Bunun üzerine annesi kalın, ısıtıcı, çoraplar ördü, çamaşır dikti, ona giydirdi. Bebek yine ferahlandı, gülmeye başladı.
Kaynak: Osmanlıca Metinleri Okumaya Giriş, Tekin Açıkel, 2011
etiketler osmanlıca , osmanlıca metin , osmanlıca okuma metinleri
Osmanlıca Font
Çalışmalarınızda kullanabileceğiniz font paketini indirmek için
Yukarıdaki linkler çalşmıyorsa Tıklayınız
Düzenleme: 27.12.2012
Linkler Yenilendi.
Terafik Font: İndir
Titre Font: İndir
Elham Font İndir
Homa Font İndir
Koodak Font İndir
Nazli Font İndir
Roya Font İndir
Farhod Font İndir
Dast Nevis Font İndir
Iran Nastaliq Font İndir
Uthman Taha Nask Font İndir
Neirizi Font İndir
Düzenleme: 27.12.2012
Linkler Yenilendi.
Terafik Font: İndir
Titre Font: İndir
Elham Font İndir
Homa Font İndir
Koodak Font İndir
Nazli Font İndir
Roya Font İndir
Farhod Font İndir
Dast Nevis Font İndir
Iran Nastaliq Font İndir
Uthman Taha Nask Font İndir
Neirizi Font İndir
etiketler osmanlıca , osmanlıca font , osmanlıca yazı , osmanlıca yazma
Rika Yazı Alıştırmaları
Osmanlıca güzel yazı alıştırmaları
için bir e book
Tıklayınız
Not: kaydetmek için sağ tıklayıp hedefi/ bağlantıyı farklı kaydet seçeneğine tıklayınız.
etiketler osmanlıca , osmanlıca font , osmanlıca yazı , rika , riqa
İstanbul ( Necip Fazıl Kısakurek)
Ben İstanbul’un kara sevdalısıyım.
Sevmek; ne kolay lâf bu böyle!..
- Filân şeyi seviyorum, falan şeyi sevmiyorum!
Diye, en ucuz, keyfî ve insiyaki hükümlerimizi, çok defa bu lâfla ortaya atarız. Halbuki bana sorarsanız, sevgi kadar basit ve girift, alelade ve harikulade, hiç ve her şey, hesabını vermediğimiz ve vermeye mecbur olduğumuz nesne yok bu dünyada…
Ben İstanbul’un kara sevdalısıyım…
Ve sevmek fiilinin, alelâdelik içinde harikuladeliğe eş olarak, onu ancak en girift tecellisi içinde canlandırabileceğine inanıyorum.
İstanbul bence, sevmek fiilinin en müşahhas hedefi olan bir kadın hayâlinde heykelleştirilebilir.
İstanbul benim gözümde, bir lâhzacık dişiye nisbetle sınırını sonsuz bir ân içinde teksif eden ve asla tükenmeksizin hayatımıza hükmeden devamlı kadındır.
Bu kadının sonsuz maddesi ve ruhu, hayatı ve macerası, edası ve meşrebi, bizzat kadında bile rastlanamayacak bir erginlik ifadesiyle, benim karşıma bir şehir hüviyetinde çıkıyor:
İstanbul…
İstanbul’u o bulunmaz kadın olarak hayâl ettiğim zaman şunları görüyorum:
Harikalar harikası bir madde fevkalâdeliğiyle zaman mefhumunu yenen, asla ihtiyarlamayan ve rekabet kabul etmeyen; binbir gece masallarının ruhuna âşinâ bir visal irfanı içinden gelen, eteklerinde en zengin tarih ve hatıra nakışlarını taşıyan ve kâinata en olgun edâ içinden bakan ve nihayet her zamanki mahrumiyetleri, her zamanki mazhariyetleri kadar güzel, ihtişamlı ve acıklı duran asîl varlık…
İstanbul’u, elimizde mevcut bomboş bir tabiat plânı üzerinde ve bir faraziye halinde tasavvur edince hemen sezeriz ki, mazrûfiyle rekabet halindeki bu harikulade tabiat zarfı, içine alacağı şehirden en keskin şahsiyeti istemektedir. İstanbul’un tabiat zeminine, zaman ve mekân şartlarına göre, İstanbul şehrini yakıştırabilmek en çetin dâva…
Demek ki, tabiat halindeki İstanbul, şehir halindeki İstanbul’u, zaman ve mekân şartlarına-göre, en keskin şahsiyete davet ediyor.
Bu inceliği mutlak bir kanun halinde şuurlaştırmak lüzumuna inanıyorum.
İstanbul’u, soylu tarihinin içinde bu zaviyeden ölçüye vuracak olursak, onun iki bahtiyarlık, bir de bedbahtlık çığırından ibaret üç büyük devre ifade ettiğini; ayrıca yeni bir devrenin eşiğinde çile çekmekte olduğunu görürüz.
1 – (Bizans) devresi.
2 – Osmanlılığın haşmet devresi.
3 – Tanzimat ve meşrutiyet devresi.
4 – Cumhuriyet devresi.
Baştaki iki devreyi, İstanbul’un iki bahtiyarlık çığırı diye isimlendirdik. Bu iki devreye kuş bakışı ve terkibî bir göz attığımız zaman hemen takdir ederiz ki, o devrelerin iki İstanbul’u ve iki İstanbullusu kendi zaman ve mekânını şahsiyet ve hakimiyetle doldurmayı bilmiştir.
Dünyanın dört bucağından sökün eden hırs ve istilâ kasırgalarına karşı, Yedikule’den Halic’e, Haliç’ten Sarayburnuna ve Sarayburnu’ndan Marmara kıyılarına kadar çektiği harikulade bir hisar çerçevesi içinde ve göbek sahada oturan (Bizans), kendi zaman ve mekânının şahsiyet ve hâkimiyet âbidesi oldu.
Bu hakikati, surları ören bir (Bizans) tuğlasından, bir kilise kubbesinden, yarı beline kadar toprağa batmış bir Bizans evinin taş cumbasından, bir kemerden, bir sütundan, bir (mozaik) parçasından öğrenebiliriz.
İstanbul’un ikinci ve mükemmel şahsiyet devresi de, Topkapı sarayına bitişik Mecidiye köşkü yapılıncaya kadar Osmanlılık çığırıdır. Süleymaniye’nin kubbesinden herhangi bir çeşmenin lülesine kadar avaz avaz şehadet ettiği bu kemâl devresinin arkasından, birdenbire, bin senelik an’aneden gelen hanımefendinin, nefsinde halayığına hizmetçilik etmek liyakatini bile kaybetmesi şeklinde yaman bir tereddî (soysuzlaşma) başlar. Bu tereddinin göz plânında en müşahhas delili, tuğla tuğla bütün bir tarih ve haşmeti örgüleştiren Topkapı sarayına yapışık Mecidiye köşküdür. Kimse bu vakte kadar iki mimarî arasındaki korkunç tezadı ve müthiş ifadeyi görememiş ve gösterememiştir. Asîl Topkapı sarayına bitişik rezil Mecidiye köşkü, inhitat tarihimizin İstanbul ve şehir kadrosunda en parlak tezahürüdür. Kısır üstü Avrupalılaşma felâketinin ilk eseri olan Mecidiye köşkü, suratındaki (Barok) ve (Rokoko) süslerle, şımarık bir halayık halinde, “Devlet-i aliye-i Osmaniye”nin hanımefendisini esir etmiştir. Ve ondan sonra mahut Dolmabahçe, Beylerbeyi sarayları, şu, bu, daima ve her köşede (Barok) ve (Rokoko) 19′uncu asır (Frufru) Paris dantelâları, iğrenç tavırlı Osmanlı Bankası müsveddeleri, sütbeyaz güvercinlerin ikliminde dumanlı ve puslu havalara mahsus (Gotik) Haydarpaşa garı, yenmez ve yutulmaz bulamaç… Arada, “Düyun-u umumiye” binasının reisliği altında operet kılıklı şarkkâri çatı tecrübeleri… Ve derken Cumhuriyet ve derken basma kalıp kâğıt helvası binaları…
Ah İstanbul, ah İstanbul!
İnsan hiçbir fikir imâl etmese de yalnız senin o canım yüzüne baksa, şu ismine bir asırdır inkılâp dediğimiz nesnelerin içyüzünü ve hakikatini bir eşya dersi halinde ne güzel öğrenir.
15 Kasım 1946
(İstanbul’a Hasret, Büyük Doğu Yayınları, 1. Baskı / s. 11-14)
Kaynak: n-f-k.com
Tweetle
Sevmek; ne kolay lâf bu böyle!..
- Filân şeyi seviyorum, falan şeyi sevmiyorum!
Diye, en ucuz, keyfî ve insiyaki hükümlerimizi, çok defa bu lâfla ortaya atarız. Halbuki bana sorarsanız, sevgi kadar basit ve girift, alelade ve harikulade, hiç ve her şey, hesabını vermediğimiz ve vermeye mecbur olduğumuz nesne yok bu dünyada…
Ben İstanbul’un kara sevdalısıyım…
Ve sevmek fiilinin, alelâdelik içinde harikuladeliğe eş olarak, onu ancak en girift tecellisi içinde canlandırabileceğine inanıyorum.
İstanbul bence, sevmek fiilinin en müşahhas hedefi olan bir kadın hayâlinde heykelleştirilebilir.
İstanbul benim gözümde, bir lâhzacık dişiye nisbetle sınırını sonsuz bir ân içinde teksif eden ve asla tükenmeksizin hayatımıza hükmeden devamlı kadındır.
Bu kadının sonsuz maddesi ve ruhu, hayatı ve macerası, edası ve meşrebi, bizzat kadında bile rastlanamayacak bir erginlik ifadesiyle, benim karşıma bir şehir hüviyetinde çıkıyor:
İstanbul…
İstanbul’u o bulunmaz kadın olarak hayâl ettiğim zaman şunları görüyorum:
Harikalar harikası bir madde fevkalâdeliğiyle zaman mefhumunu yenen, asla ihtiyarlamayan ve rekabet kabul etmeyen; binbir gece masallarının ruhuna âşinâ bir visal irfanı içinden gelen, eteklerinde en zengin tarih ve hatıra nakışlarını taşıyan ve kâinata en olgun edâ içinden bakan ve nihayet her zamanki mahrumiyetleri, her zamanki mazhariyetleri kadar güzel, ihtişamlı ve acıklı duran asîl varlık…
İstanbul’u, elimizde mevcut bomboş bir tabiat plânı üzerinde ve bir faraziye halinde tasavvur edince hemen sezeriz ki, mazrûfiyle rekabet halindeki bu harikulade tabiat zarfı, içine alacağı şehirden en keskin şahsiyeti istemektedir. İstanbul’un tabiat zeminine, zaman ve mekân şartlarına göre, İstanbul şehrini yakıştırabilmek en çetin dâva…
Demek ki, tabiat halindeki İstanbul, şehir halindeki İstanbul’u, zaman ve mekân şartlarına-göre, en keskin şahsiyete davet ediyor.
Bu inceliği mutlak bir kanun halinde şuurlaştırmak lüzumuna inanıyorum.
İstanbul’u, soylu tarihinin içinde bu zaviyeden ölçüye vuracak olursak, onun iki bahtiyarlık, bir de bedbahtlık çığırından ibaret üç büyük devre ifade ettiğini; ayrıca yeni bir devrenin eşiğinde çile çekmekte olduğunu görürüz.
1 – (Bizans) devresi.
2 – Osmanlılığın haşmet devresi.
3 – Tanzimat ve meşrutiyet devresi.
4 – Cumhuriyet devresi.
Baştaki iki devreyi, İstanbul’un iki bahtiyarlık çığırı diye isimlendirdik. Bu iki devreye kuş bakışı ve terkibî bir göz attığımız zaman hemen takdir ederiz ki, o devrelerin iki İstanbul’u ve iki İstanbullusu kendi zaman ve mekânını şahsiyet ve hakimiyetle doldurmayı bilmiştir.
Dünyanın dört bucağından sökün eden hırs ve istilâ kasırgalarına karşı, Yedikule’den Halic’e, Haliç’ten Sarayburnuna ve Sarayburnu’ndan Marmara kıyılarına kadar çektiği harikulade bir hisar çerçevesi içinde ve göbek sahada oturan (Bizans), kendi zaman ve mekânının şahsiyet ve hâkimiyet âbidesi oldu.
Bu hakikati, surları ören bir (Bizans) tuğlasından, bir kilise kubbesinden, yarı beline kadar toprağa batmış bir Bizans evinin taş cumbasından, bir kemerden, bir sütundan, bir (mozaik) parçasından öğrenebiliriz.
İstanbul’un ikinci ve mükemmel şahsiyet devresi de, Topkapı sarayına bitişik Mecidiye köşkü yapılıncaya kadar Osmanlılık çığırıdır. Süleymaniye’nin kubbesinden herhangi bir çeşmenin lülesine kadar avaz avaz şehadet ettiği bu kemâl devresinin arkasından, birdenbire, bin senelik an’aneden gelen hanımefendinin, nefsinde halayığına hizmetçilik etmek liyakatini bile kaybetmesi şeklinde yaman bir tereddî (soysuzlaşma) başlar. Bu tereddinin göz plânında en müşahhas delili, tuğla tuğla bütün bir tarih ve haşmeti örgüleştiren Topkapı sarayına yapışık Mecidiye köşküdür. Kimse bu vakte kadar iki mimarî arasındaki korkunç tezadı ve müthiş ifadeyi görememiş ve gösterememiştir. Asîl Topkapı sarayına bitişik rezil Mecidiye köşkü, inhitat tarihimizin İstanbul ve şehir kadrosunda en parlak tezahürüdür. Kısır üstü Avrupalılaşma felâketinin ilk eseri olan Mecidiye köşkü, suratındaki (Barok) ve (Rokoko) süslerle, şımarık bir halayık halinde, “Devlet-i aliye-i Osmaniye”nin hanımefendisini esir etmiştir. Ve ondan sonra mahut Dolmabahçe, Beylerbeyi sarayları, şu, bu, daima ve her köşede (Barok) ve (Rokoko) 19′uncu asır (Frufru) Paris dantelâları, iğrenç tavırlı Osmanlı Bankası müsveddeleri, sütbeyaz güvercinlerin ikliminde dumanlı ve puslu havalara mahsus (Gotik) Haydarpaşa garı, yenmez ve yutulmaz bulamaç… Arada, “Düyun-u umumiye” binasının reisliği altında operet kılıklı şarkkâri çatı tecrübeleri… Ve derken Cumhuriyet ve derken basma kalıp kâğıt helvası binaları…
Ah İstanbul, ah İstanbul!
İnsan hiçbir fikir imâl etmese de yalnız senin o canım yüzüne baksa, şu ismine bir asırdır inkılâp dediğimiz nesnelerin içyüzünü ve hakikatini bir eşya dersi halinde ne güzel öğrenir.
15 Kasım 1946
(İstanbul’a Hasret, Büyük Doğu Yayınları, 1. Baskı / s. 11-14)
Kaynak: n-f-k.com
etiketler büyük doğu , istanbul , necip fazıl , necip fazıl kısakürek
Harf Davası (Necip Fazıl Kısakurek)
Necip Fazıl’ın harf meselesinde sorulması gerektiğini düşündüğü sualler on dört tanedir:
• İsmine “Arap harfleri” denilen, tam on asır Türk medeniyet kadrosunun ifade unsurunu
teşkil etmis ve on asırlık millî irfanın temeli mevkiinde bulunmus harfler, hakikatte sadece ve
kavmî mânada Arap harfleri midir, yoksa kavim üstü bir mâna ile “”İslâm harfleri” mi? Bu
hususta dinî, tasavvufî, ilmî ve aklî bürhanlar nelerdir?
• Kavim üstü, küllî bir sümulle bütün mü’min beseriyete atfedilip edilemiyeceği bir ilim
meselesi olan harflere “Arap harfi” ismini vermek mümkün oluyor da, doğrudan doğruya ve
münhasıran Lâtinlerin malı olduğu ilmen sabit harflere nasıl “Türk harfleri” denilebiliyor?
• Her iki harf manzumesi üzerinde, mücerret ve müşahhas imtiyaz ve faydaları bakımından bir
nefs muhasebesi, bir mukayese vazifesi yerine getirilmis midir?
• Bizzat Lâtin harfleri dünyasına mensup bir ilim ve fikir adamının dünyada en mütekâmil ve
ince harfler olarak “Arap harfleri”ni gösterdiğini; ve kendi milleti için, kültür kökünü
değistirmek muhali olmasa, bu harfleri tavsiye edeceğini bilen var mıdır?
• Harf inkılâbı sırasında Amerikalı bir terbiye mütehassısının “Türklerin eski harflerini
kaldırıp atması, kendi hesaplarına, Amerikanın, bütün madenlerinden mahrum olmasından
daha ağır bir kayıptır!” sözü gerçekten vâki midir? Amerikalı profesör, süphesiz ki, kendi
misyoner ve politikacılarının istirak etmiyeceği bu sözüyle ne demek istemistir? Nihayet ilmî
insafı çatlamıstır da ondan mı?
• Garptan bütün müspet bilgilerini ve her şeylerini alan, bütün medeniyet unsurlarını iktibas
eden Japonlar, cihanın en çetin ve gülünç derecede iptidaî harfleri olan kendi yazılarını acaba
niçin muhafaza etmislerdi?
• Eski harflerin öğrenilmesindeki zorluk, acaba tedris metodlarının sakatlığından mı, yoksa
bizzat harflerin bünyesindeki çetinlikten mi doğmaktaydı?
• Eski harflerin imlâsındaki kargaşalık, acaba bu hususta sabit ve kat’i bir usul eksikliğinden
mi, yoksa bizzat harflerin kendisinden mi gelmekteydi?
• Eski harflerin bütün millete ve asağı tabaka halka teşmil edilememesindeki zaaf, acaba o
devrin maarifine mi, yoksa harflerin zatına mı aittir?
• Yeryüzünde, o da kısmî olmak sartiyle, İtalyanca, Fransızca, Yunanca gibi cihanın en büyük
dilleri pekâla bunu yerine getirebileceğine göre, Lâtin harflerinin dilimize tatbikindeki
(fonetik) mazhariyet, acaba hakikatte ve sâf zekâ bakımından bir fayda mıdır, yoksa bir
mahzur mu? Yani (fonetik) olmıyan ve kelime usulüne dayanan yazı sekillerinin zekâyı
beslemesinde hususî bir pay yok mudur? (Fonetik) usul, insanı, pek basit ve ucuz bir
(avantaj)a karsılık, içinde hapsedilip kalacağı ve avâm seviyesinden yukarıya çıkarmıyacağı
bir kabalığa mahkûm etmez mi?
• Birbirine bağlanan, bağlandıkça şekil değistiren ve birbiri içinde hall-ü hamur olan
sekillerle, herbiri kaba zincir baklaları ve çakıl tasları gibi daimî bir sertlik muhafaza eden
sekiller arasında, bediî olduğu kadar aklî rüçhaniyet ve galibiyet hangi taraftadır? Ve bu
rüçhaniyet ve galibiyetin ilk bürhanı olarak eski harflerin stenografya kıymeti, telâfisi
mümkün bir kayıp mıdır?
• Nihayet eski ve yeni harf nesillerinin birbiriyle mukayesesinden çıkacak hüküm, mücerret
zekâ, irfan ve şahsiyet bakımından hangi cepheye üstünlük yöneltecektir?
• Bin kisilik bir cemiyette dokuz yüz kisinin imzasını atabilecek ve (Karagöz) gazetesini
sökebilecek kadar okur-yazar olması mı; sadece yüz kisinin tam okur-yazar ve her türlü fikir
çilesiyle dolu olması mı, o cemiyet hesabına üstün bir not belirtir?
• Acaba harf inkılâbını yapanların ve hattâ eski harfler içinde çocukluğunu ve ilk mektep
çağını idrak edip de pesinden yeni harfleri öğrenenlerin, bütün hususî ve samimî ifadelerinde
yalnız ve yalnız eski harfleri kullanmaktan baska bir sey yapamamaları, sadece alışkanlıkla
izah edilecek ve içine eski harf kudret ve imtiyazından hiçbir pay karıstırılmayacak bir hâdise
midir?
Tweetle
• İsmine “Arap harfleri” denilen, tam on asır Türk medeniyet kadrosunun ifade unsurunu
teşkil etmis ve on asırlık millî irfanın temeli mevkiinde bulunmus harfler, hakikatte sadece ve
kavmî mânada Arap harfleri midir, yoksa kavim üstü bir mâna ile “”İslâm harfleri” mi? Bu
hususta dinî, tasavvufî, ilmî ve aklî bürhanlar nelerdir?
• Kavim üstü, küllî bir sümulle bütün mü’min beseriyete atfedilip edilemiyeceği bir ilim
meselesi olan harflere “Arap harfi” ismini vermek mümkün oluyor da, doğrudan doğruya ve
münhasıran Lâtinlerin malı olduğu ilmen sabit harflere nasıl “Türk harfleri” denilebiliyor?
• Her iki harf manzumesi üzerinde, mücerret ve müşahhas imtiyaz ve faydaları bakımından bir
nefs muhasebesi, bir mukayese vazifesi yerine getirilmis midir?
• Bizzat Lâtin harfleri dünyasına mensup bir ilim ve fikir adamının dünyada en mütekâmil ve
ince harfler olarak “Arap harfleri”ni gösterdiğini; ve kendi milleti için, kültür kökünü
değistirmek muhali olmasa, bu harfleri tavsiye edeceğini bilen var mıdır?
• Harf inkılâbı sırasında Amerikalı bir terbiye mütehassısının “Türklerin eski harflerini
kaldırıp atması, kendi hesaplarına, Amerikanın, bütün madenlerinden mahrum olmasından
daha ağır bir kayıptır!” sözü gerçekten vâki midir? Amerikalı profesör, süphesiz ki, kendi
misyoner ve politikacılarının istirak etmiyeceği bu sözüyle ne demek istemistir? Nihayet ilmî
insafı çatlamıstır da ondan mı?
• Garptan bütün müspet bilgilerini ve her şeylerini alan, bütün medeniyet unsurlarını iktibas
eden Japonlar, cihanın en çetin ve gülünç derecede iptidaî harfleri olan kendi yazılarını acaba
niçin muhafaza etmislerdi?
• Eski harflerin öğrenilmesindeki zorluk, acaba tedris metodlarının sakatlığından mı, yoksa
bizzat harflerin bünyesindeki çetinlikten mi doğmaktaydı?
• Eski harflerin imlâsındaki kargaşalık, acaba bu hususta sabit ve kat’i bir usul eksikliğinden
mi, yoksa bizzat harflerin kendisinden mi gelmekteydi?
• Eski harflerin bütün millete ve asağı tabaka halka teşmil edilememesindeki zaaf, acaba o
devrin maarifine mi, yoksa harflerin zatına mı aittir?
• Yeryüzünde, o da kısmî olmak sartiyle, İtalyanca, Fransızca, Yunanca gibi cihanın en büyük
dilleri pekâla bunu yerine getirebileceğine göre, Lâtin harflerinin dilimize tatbikindeki
(fonetik) mazhariyet, acaba hakikatte ve sâf zekâ bakımından bir fayda mıdır, yoksa bir
mahzur mu? Yani (fonetik) olmıyan ve kelime usulüne dayanan yazı sekillerinin zekâyı
beslemesinde hususî bir pay yok mudur? (Fonetik) usul, insanı, pek basit ve ucuz bir
(avantaj)a karsılık, içinde hapsedilip kalacağı ve avâm seviyesinden yukarıya çıkarmıyacağı
bir kabalığa mahkûm etmez mi?
• Birbirine bağlanan, bağlandıkça şekil değistiren ve birbiri içinde hall-ü hamur olan
sekillerle, herbiri kaba zincir baklaları ve çakıl tasları gibi daimî bir sertlik muhafaza eden
sekiller arasında, bediî olduğu kadar aklî rüçhaniyet ve galibiyet hangi taraftadır? Ve bu
rüçhaniyet ve galibiyetin ilk bürhanı olarak eski harflerin stenografya kıymeti, telâfisi
mümkün bir kayıp mıdır?
• Nihayet eski ve yeni harf nesillerinin birbiriyle mukayesesinden çıkacak hüküm, mücerret
zekâ, irfan ve şahsiyet bakımından hangi cepheye üstünlük yöneltecektir?
• Bin kisilik bir cemiyette dokuz yüz kisinin imzasını atabilecek ve (Karagöz) gazetesini
sökebilecek kadar okur-yazar olması mı; sadece yüz kisinin tam okur-yazar ve her türlü fikir
çilesiyle dolu olması mı, o cemiyet hesabına üstün bir not belirtir?
• Acaba harf inkılâbını yapanların ve hattâ eski harfler içinde çocukluğunu ve ilk mektep
çağını idrak edip de pesinden yeni harfleri öğrenenlerin, bütün hususî ve samimî ifadelerinde
yalnız ve yalnız eski harfleri kullanmaktan baska bir sey yapamamaları, sadece alışkanlıkla
izah edilecek ve içine eski harf kudret ve imtiyazından hiçbir pay karıstırılmayacak bir hâdise
midir?
Necip Fazıl Kısakürek, İdeoloçya Örgüsü, s181
etiketler harf davası , necip fazıl , nfk , osmanlıca
AOF Osmanlıca Dersleri (e-book)
AÖF Osmanlı Türkçesi 1
AÖF Osmanlı Türkçesi 2
AÖF Osmanlıca Türkçesi Grameri
Not: İndirmek için sağ tıklayıp hedefi/ bağlantıyı farklı kaydet seçeneğine tıklayınız.
etiketler aöf edebiyat , aöf osmanlıca , osmanlıca , osmanlıca dersleri
TSE Osmanlica Klavye Standartlari
TS No : TS 13206 [Kapak]
Kabul Tarihi : 25.04.2006
Hazırlık Grubu : Bilgi1 Teknolojileri ve İletişim İhtisas Grubu
Doküman Tipi : ST
Yürürlük Durumu : U (Yürürlükteki Standard/Standard)
Başlık : Osmanlıca harflerin (Latin ve Arap) Türkçe klavyeye uygulanması Başlık (İng) : Application of Ottoman characters (Latin and Arabic ) into Turkish keyboard.
Türü : Kural Kapsam : Bu standard, Osmanlı Türkçesi için kullanılan alfasayısal klavyelerin ve iki elle kullanılan alfasayısal klavyelerin temel düzenini kapsar.
Kapsam (İng) : This standard specifies the basic layout of alfanumeric keyboards and alphabetic order for Ottoman Turkish.
Yararlanılan Kaynak : Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi
ICS Kodu : 35.080 Yazılım Geliştirme ve Sistem Dökümantasyonu; 35.260 Büro Makinaları *Sargı ve ambalaj ekipmanları, bkz.
Atıf Yapılan STD : TS 10469 :1992;
Cen/Cenelec : -
Dili : tr
Uygulama Durumu : Yürürlükte
Sayfa Sayısı : 31
Fiyatı : 45,00 TL + %8 Kdv
Kaynak: www.tse.org.tr
Link: https://intweb.tse.org.tr/Standard/Standard/Standard.aspx?053107106111065067115113049116090107100056052055108081090071086075069085047110067109075073081116103090081086073108065117084119100121043106057103088111099109116068083121089107113116073089070087
etiketler osmanlıca , osmanlıca klavye , osmanlıca tse
Osmanlıca Rehberi (Kitap) 2
Osmanlıca Türkçesi Kolay Okuma Metinleri - 1 Satın Al
Hayrat Neşriyat
Fiyatı: 7 TL
Osmanlıca Güzel Yazı Alıştırmaları Satın Al
Hayrat Neşriyat
Fiyatı: 7 TL
Bu eser, Osmanlıca'yı daha güzel ve daha kolay yazmanıza yardımcı olmak gayesiyle hazırlanmıştır.
Osmanlıca İmla Müfredatı Satın Al
Hayrat Neşriyat
Fiyatı: 8.75 TL
Yedi asır cihâna hükmetmiş, san'atıyla, yazısıyla, mûsıkisiyle, câmisiyle, çeşmesiyle âleme medeniyet dersi vermiş ve bağrında yetiştirdiği binlerce âlimlerle insânlık âlemine sayısız güzîde eserler bırakmış şânlı bir ecdâdın torunları olarak mâzinizle ma'nevî bir köprü kurmak ister misiniz? Câmilerin, çeşmelerin kitâbelerini; kütübhânelerdeki ecdâd yâdigârı kitâbları kolayca okumanıza yardımcı olacak, sizi tarihin derinliklerine götürüp geleceğinize ışık tutacak paha biçilmez mücevherlerle dolu hazîneleri açacak hârika bir anahtar elde etmek, Osmanlıca'yı öğrenmek ister misiniz? İşte, Kültür Bakanlığı ile Hayrât Vakfı arasında imzalanan protokol çerçevesinde Türkiye genelinde tertîb edilen Osmanlıca Kursları'nda müfredât kitabı olarak ta'kîb edilen Osmanlıca İmlâ Müfredâtı, zengin muhtevâsıyla eğitim mütehassısları tarafından hazırlanan ve def'alarca tecrübe edilen usûl, misâl ve metinlerle, çok zor gibi telkîn edilen Osmanlıca Türkçesi'nin kolayca öğrenimine imkân sağlamaktadır.
Osmanlıca Usul Satın Al
Hayrat Neşriyat
Fiyatı: 2.10 TL
Kitap Açıklamaları ve Fiyatları hayrat.com.tr adresinden alınmıştır. Satın Al linkine tıklanıldığı zaman ilgili siteye yönlendirecektir.
etiketler osmanlıca , osmanlıca kitap , osmanlıca okuma , osmanlıca rehberi , osmanlıca yazma
Osmanlıca Rehberi (Kitap)
Osmanlıca Hikayeler Satın Al
Ömer Seyfettin
Cantaş Yayınları
Liste Fiyatı : 6,48 TL
Sayfa Sayısı : 174
Dili : Osmanlıca
Osmanlıca Satın Al
Coşkun AK Nobel Yayın Dağıtım
Liste Fiyatı : 20,68 TL
Yazarın uzun yıllardır verdiği Osmanlıca Derslerindeki birikimleri bir araya getirilerek oluşturulan kitap, özellikle Osmanlıca dersi alan fakülte öğrencilerine yönelik olarak hazırlanmıştır. Türk Dili ve Edebiyatı öğrencilerinin yanı sıra Tarih ve Türkçe bölümü öğrencilerinin de yararlanabileceği kitap Osmanlıca öğrenmek isteyen herkes için başvurulabilecek kaynak eser niteliğindedir. Kitap esas olarak iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Osmanlıca okuyup yazabilmek için gerekli asgari bilgiler herkesin anlayabileceği şekilde düzenlenmiş, konu öz olarak anlatılmıştır. İkinci bölüm metinlere ayrılmış, mümkün olduğu kadar bol metin verme yoluna gidilmiştir. Metinler yüz yıllara göre seçilerek düzenlenmiştir. Edebi metinlerin yanında tarihi metinler de yer verilmiştir.
Osmanlıca Dersleri Satın Al
Muharrem ERGİN
Boğaziçi Yayınları
Liste Fiyatı : 13,86 TL
Bu kitap İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi´nde okutulan Osmanlıca derslerini içine almaktadır. Eski yazı, Arapça Unsurlar, Farsça Unsurlar, Yazı Çeşitleri, Aruz Bölümü kısımlarından meydana gelmektedir. Ayrıca Metinler bölümü geniş ölçüde tarih metinleri ile takviye edilmiştir.
Osmanlıca Rehberi Satın Al
Ali Kemal BERİVANLI
Marifet Yayınları
Liste Fiyatı : 9,85 TL
Bu Kitap; Bütünüyle, bir arşiv kitabıdır. Ecdadımızdan bize kalan paha biçilmez arşivlerimizi okumak, tanımak ve tanıtmak için hazırlanmıştır. Bu Kitap; Evinizde, Büronuzda, Masanızın başında, Ve her istediğiniz yerde ARŞİV YAZIMIZIN yani OSMANLICA´nın; yazılışını ve okunuşunu; - Kendi kendinize, - Kendi harfleriyle, - Ve en kolay şekilde. Öğrenmeniz için hazırlanmıştır. Bu Kitap; Kitabından - kitabesine, Tarihinden - vakfiyesine, Medeniyetinden - coğrafyasına kadar. Osmanlıyı ve Osmanlı kültürünü tanımak isteyenlerin ilk kitabıdır. - Osmanlıca: kendi dengi ve benzeri olan dünyanın diğer büyük dilleri içinde gerek alfabe ve gerekse telaffuz yönünden en kolay olanıdır. - Kitabın hazırlık bölümünün 5-17´ci sayfalarını lutfen 10´ar defa okuyunuz, o kadar. Yani bu sayfadaki bilgileri ezberlemek zorunda değilsiniz. Sayfalar ilerledikçe zaten anlamış ve öğrenmiş olacaksınız.
Osmanlıca İmla Rehberi Satın Al
Ali Kemal BERİVANLI
Marifet Yayınları
Liste Fiyatı : 9,85 TL
Dört kitaptan müteşekkil Osmanlıca Serisi´ne aid: - Birinci Kitab: Osmanlıca Rehberi´dir ki, kaide bildirmeksizin en geç bir ay içinde Osmanlıcanın okunuşunu ve verilmiş misallere aid kelimelerin yazılışını öğretir. - İkinci Kitab: Osmanlıca İmla Rehberi olup Osmanlıcaya aid temel kaideleri apaçık bir tarzda misalleriyle öğretir. - Üçüncü Kitab: Osmanlıca İmla Lügatı´dır ki, günlük hayatımıza aid 20.000´e yakın kelimenin son imla kaidelerine göre yazılışlarını öğretir. - Dördüncü Kitab: Osmanlıca Metinler Rehberi olup, Osmanlıca´nın Rik´a ve Nesih harfleriyle yazılmış ahlaki, ilmi, edebi okuma metin ve beyitlerini ihtiva etmektedir.
Osmanlıca İmla Lügati Satın Al
Ali Kemal BERİVANLI
Marifet Yayınları
Liste Fiyatı : 9,85 TL
Dört kitaptan müteşekkil Osmanlıca Serisi´ne aid: - Birinci Kitab: Osmanlıca Rehberi´dir ki, kaide bildirmeksizin en geç bir ay içinde Osmanlıcanın okunuşunu ve verilmiş misallere aid kelimelerin yazılışını öğretir. - İkinci Kitab: Osmanlıca İmla Rehberi olup Osmanlıcaya aid temel kaideleri apaçık bir tarzda misalleriyle öğretir. - Üçüncü Kitab: Osmanlıca İmla Lügatı´dır ki, günlük hayatımıza aid 20.000´e yakın kelimenin son imla kaidelerine göre yazılışlarını öğretir. - Dördüncü Kitab: Osmanlıca Metinler Rehberi olup, Osmanlıca´nın Rik´a ve Nesih harfleriyle yazılmış ahlaki, ilmi, edebi okuma metin ve beyitlerini ihtiva etmektedir.
Osmanlıca - Türkçe Lügat Satın Al
Yeni Asya Neşriyat
Liste Fiyatı : 28,00 TL
Risale-i Nur'da geçen Arapça ve Farsça kelime, tamlama ve kavramların anlaşılır biçimde Türkçe karşılıkları. Edebiyat, tarih, ilâhiyat gibi bilimlerde eğitim gören ve araştırma yapanlar için yeterli kelime hazinesi. Ortaöğretim seviyesine göre seçilmiş kelimelerin ilavesiyle şu zamana kadar hazırlananların içinde en kapsamlı bir çalışma. Fikir hayatımıza ve tarihe yön veren ve bizi geçmişimizle buluşturan eserlerin anlaşılmasını sağlayacak büyük bir eser.
Tarih Dersleri (Osmanlıca-Türkçe) Satın Al
Saffet Güçlü
Birleşik Kitabevi
Liste Fiyatı : 6,75 TL
Bu çalışma Osmanlıca öğrenmek isteyen kişilerin başlangıç düzeyinde yararlanabileceği bir kaynaktır. Kaynağın orjinal metin görüntüleri mat oldukça sade bir dille ifade edilmektedir. Bu bakımdan elinizde bulunan bu kaynak, Osmanlıca öğrenme konusunda başlangıç düzeyinde olan araştırmacıların yarlanabileceği uygun bir kaynaktır. Ayrıca temel tarihi kişi ve olayların yeniden hatırlanmasını sağladığı ve akıcı bir üslupla yazıldığı için eserde yer alan konuların okuyuculara oldukça keyif vereceğini düşünmekteyiz. Bu kitabın Osmanlıca öğrenme aşamasında olan tüm öğrenci ve araştırmacılara faydalı olacağını ümit eder, sevgi ve saygılarımızı sunarız.
Osmanlıcaya İlk Adım Satın Al
Turan M. TÜRKMENOĞLU
Milenyum Yayınları
Liste Fiyatı : 4,80 TL
Kitabe, arşiv belgesi ve baskı eserleri okuyabilmek için kolaydan zora doğru tertib edilen bu alfabe sizi dikkatli bir çalışma ile kısa zamanda okur yazar hale getirecektir. Fakat göz hafızası kazanabilmek için günde en az bir sayfa okumak gerekir. Kitabın sonuna meraklılarına kolaylık olması için Ebced Hesabı ile Alfabe, Matbua, Ri´ka ve Divani harfi metinler ilave edilmiştir. Okumayı pekiştirmek için tekrar tekrar okumanızı ve yazı çalışmaları yapmanızı tavsiye ederiz.
Kitap Açıklamaları ve Fiyatları kitapindirim.com adresinden alınmıştır. Satın Al linkine tıklanıldığı zaman ilgili siteye yönlendirecektir.
etiketler osmanlıca , osmanlıca kitap , osmanlıca okuma , osmanlıca rehberi , osmanlıca yazma
Osmanlıca İmla Lûgatı
Osmanlıca Ekler
Cihan Eğitim, Kültür ve Araştırma Derneği Tarafından Hazırlanan Kelime Sonlarındaki Ekler adlı dosyaya ulaşmak için Tıklayınız
etiketler osmanlıca , osmanlıca ekler , osmanlıcada ekler
Osmanlıca imla (twitter)
İnternet üzerinde sosyal hesaplarla da ciddi projelere imza atmış olan Hayrat Vakfı'nın ARGE ekibi yeni bir projeyi daha bugünlerde takipçilerine duyurdu. Osmanlıca'nın gündemde olduğu şu günlerde @osmanlicaimla Twitter hesabı yardımıyla yazılışlarını bilemediğiniz kelimelerin Osmanlıca yazılışlarını öğrenebilirsiniz. Şimdilik kelime bazında çalışan hesap, kendisine yazdığınız Latince kelimeleri otomatik olarak Osmanlıca'ya çevirerek size cevabını yazıyor. Örnek kullanım: "@osmanlicaimla Merhaba"
Bir Twitter hesabınız varsa programı hemen deneyebilirsiniz. Bunun için @osmanlicaimla hesabını takip edebilir, kelimelerinizi sorabilirsiniz.
Hayrat Vakfı Araştırma ve Geliştirme
Ekibi'ne (ARGE) teşekkür ederiz. Emeği geçenlerden Allah razı olsun.
Hayrat Vakfı'nı Twitter'da takip etmek için: @hayratvakfi
Kaynak: kuranharfleri.com
etiketler osmanlıca , osmanlıca dersleri , osmanlıca imla , osmanlıca imla kaideleri , osmanlıcam
Osmanlıca Rehberi (Giriş ve Müredat)
Tekin Açıkel Tarafından 2009 Yılında hazırlanan OSMANLICA METİNLERİ OKUMAYA GİRİŞ adlı dosyaya ulaşmak için tıklayınız
Alternatif link için Tıklayınız
Tekin Açıkel Tarafından 2010Yılında hazırlanan OSMANLICA METİNLERİ OKUMAYA GİRİŞ ( MÜFREDÂT )
Dosyaya Ulaşmak için Tıklayınız
etiketler osmanlıca , osmanlıca dersleri , osmanlıca rehberi , osmanlıcaya giriş
İstanbul Üniversitesi
Eski isimleri:
Medarisi Semaniye ve Fatih Darüşşifası (1453)
Darülfünûn (1846)
Darülfünûn-i Osmani (1869)
Darülfünûn-ı Sultani (1873)
Darülfünûn-ı Şahane (1900)
İstanbul Darülfünûnu (1924)
Tweetle
Medarisi Semaniye ve Fatih Darüşşifası (1453)
Darülfünûn (1846)
Darülfünûn-i Osmani (1869)
Darülfünûn-ı Sultani (1873)
Darülfünûn-ı Şahane (1900)
İstanbul Darülfünûnu (1924)
Ortadaki Büyük Yazı
Daire-i umur-u askeriye
Anlamı: Genel Kurmay Başkanlığı
Sağda: Fetih Suresi 1. Ayet-i Kelime:
إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا
Anlamı: Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik.
Solda: Fetih Suresi 3. Ayet-i Kelime:
وَيَنصُرَكَ اللَّهُ نَصْرًا عَزِيزًا
Anlamı: Ve biz (Allah c.c.) sana aziz bir zaferle yadrım etsin.
Kaynak: osmanlicalisani.blogspot.com
500 TL üzerinde İstanbul Üniversitesi Resmi
Kaynak: www.banknotes.it
etiketler istanbul , istanbul üniversitesi , osmanlıca
Tuğra
Türk Dünyası’nda Tuğralar ve Osmanlı Padişah Tuğraları
Olgunlaşmış bir tuğrada iki beyze ve üç tuğ yer alır. İçerik metni
bunları karşılamazsa bazı tuğralarda esas metinle ilgili olmayan
şekiller de yer alır ki, bunlar klasikleşmiş tuğra şeklini korumak ve
kendinden önceki tuğraya benzetebilmek için eklenmişlerdir. Bir anlam
ifade etmezler (1).
Yazı mı tura mı?
Eski paraların değerini gösteren kısmına yazı, tuğralı yüzlerine de tura denerek kolay kur’a çekimi için kullandığımız “yazı mı tura mı?” deyimi buradan çıkmıştır.
Kaynak: www.tugra.org
Tweetle
Tuğra nedir?
Divanü-lügât-it-türk’de Tuğranın aslı Oğuzca “Tuğrağ” olup bunun hükümdarın basılmış nişanı olduğu ifade edilmiştir. Anadolu lehçesinde kelimenin sonundaki (ğ) okunamadığından “tuğra” ifadesi yaygınlaşmıştır. Türkçe olan tuğranın Farsçası nişan (alamet, iz, işaret) ve Arapçası tevkî (etki, iz bırakma, buyurma)’dir. Yazılı belgelerdeki ifadelerden Büyük Selçuklularda ve Anadolu Selçukluları’nda da –kavisli- tuğraların varlığını öğreniyoruz. Ancak şekillerini ancak Anadolu beyliklerinde ve Osmanlılar’da görmekteyiz. Beyliklerde bilinen en eski tuğra resmi Saruhan oğlu İshak bey’in (776 H. 1374 M.) tarihli gümüş parasında vardır (1).
Tuğra Büyük Selçuklular’dan Eyyubiler aracılığı ile Memlûklere geçmiştir. Ancak Memlûklerdeki tuğralarda da hükümdarın ve babasının ismi tuğrada var olmakla beraber kavisler yerine, bir satıra yazılan yazıda abartılı miktarda keşidelere (harf uzantısı dikey çizgiler) ağırlık verilmiştir. Memlûklerde tuğra, ilgili belgeler üzerine yazılmaz; önceden yazılıp kesilmiş tuğralar belgenin üzerine yapıştırılırdı (1).
Divanü-lügât-it-türk’de Tuğranın aslı Oğuzca “Tuğrağ” olup bunun hükümdarın basılmış nişanı olduğu ifade edilmiştir. Anadolu lehçesinde kelimenin sonundaki (ğ) okunamadığından “tuğra” ifadesi yaygınlaşmıştır. Türkçe olan tuğranın Farsçası nişan (alamet, iz, işaret) ve Arapçası tevkî (etki, iz bırakma, buyurma)’dir. Yazılı belgelerdeki ifadelerden Büyük Selçuklularda ve Anadolu Selçukluları’nda da –kavisli- tuğraların varlığını öğreniyoruz. Ancak şekillerini ancak Anadolu beyliklerinde ve Osmanlılar’da görmekteyiz. Beyliklerde bilinen en eski tuğra resmi Saruhan oğlu İshak bey’in (776 H. 1374 M.) tarihli gümüş parasında vardır (1).
Tuğra Büyük Selçuklular’dan Eyyubiler aracılığı ile Memlûklere geçmiştir. Ancak Memlûklerdeki tuğralarda da hükümdarın ve babasının ismi tuğrada var olmakla beraber kavisler yerine, bir satıra yazılan yazıda abartılı miktarda keşidelere (harf uzantısı dikey çizgiler) ağırlık verilmiştir. Memlûklerde tuğra, ilgili belgeler üzerine yazılmaz; önceden yazılıp kesilmiş tuğralar belgenin üzerine yapıştırılırdı (1).
Osmanlılarda Tuğra
Osmanlılarda da Tuğra, sultanların gözalıcı kaligrafik nişan, alamet veya arması, bir çeşit imzasıdır. Sultanın ve babasının adını ve çoğunda el muzaffer daima dua ibaresini içerirdi. Örneğin Kanuni Sultan Süleyman’ın tuğrasında “Süleyman şah bin Selim şah han el-muzaffer daima” yazmaktadır. “bin” “oğlu” demektir. Tuğra bizatihi sultan tarafından yazılmayıp nişancı veya tuğrakeş veya tuğrâî veya tuğranüvis veya tevkiî denilen görevlilerce yazılırdı. Yetkisiz tuğra çekilemezdi. Tuğralar bazı sultanların mühürlerine de kazılmıştır.
Osmanlılarda gereği halinde sınır boylarındaki eyaletlerde bulunan vezirlerin aradaki mesafenin uzaklığına ve siyasi nedenlere bağlı olarak önemli konularda tuğra çekmelerine izin verilmiştir. Tuğrakeş vezir denilen bu eyalet valilerinin tuğra çekmek yetkileri Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın sadaretine kadar devam etmiş ve onun son zamanında kaldırılmıştır 1640-43 M.) (1).
Osmanlı tarih belgelerinde geçen “tevki-i hümâyun” “tevki-i refî” “tevki-i refi-i hümâyun” “nişân-ı şerif-i âlîşân-ı sultanî” “tuğrây-ı garrâ” “tuğrây-ı garrây-ı sâmi mekân-ı hâkanî” “nişan-ı hümâyun” “tuğray-ı meymun” “misal-i meymun” “misal-i hümayun” “nişan-ı şerif-i âlîşan” “alamet-i şerife” gibi deyimlerin hepsi de tuğra demektir. (1)
Hükümdar ve şehzade tuğralarından başka vezir-i azamın ve eyaletlerdeki vezir, beylerbeyi ve sancak beylerinin hükümet ve eyalet işlerine ait belgelerde imza yerine geçmek üzere tuğrayı andıran “pençe” tabir edilen alametler kullandıkları görülmektedir. Bunun Osmanlılar’da hangi tarihte başladığı ve Osmanlılar’dan önce de kullanılıp kullanılmadığı belli değildir. Pençe, yazılan şahısların derece ve önemlerine göre belgenin sağ kenarının başına veya ortasına veya imza yerine belgenin sonuna Arap harfleri ile çekilirdi. Eğer belge batı dillerinden biri ile yazılmışsa o zaman pençe belgenin sol tarafına çekilirdi. Pençeler tuğradan farklı olarak tek kavislidir. Çift kavis ancak tuğralarda olup başkaları çift kavis çekemezlerdi. Sadrazamların buyuruldularına pençe koymaları 19. yüzyıl ortalarından sonra yerini resmi mühüre bırakmıştır. Vezir-i azam, vali ve beylerbeylerinin pençe ve resmi mühür ile onayladıkları emirlere “buyuruldu” denilirdi (1).
En eski Osmanlı tuğrası ikinci Osmanlı sultanı Orhan Gazi’ye aittir. Bu tuğrayı taşıyan iki belge bulunmuştur (2). Birinci sultan Osman Gazi’ye ait bir tuğraya günümüze dek hiçbir yerde rastlanmamıştır. Bu nedenle 36 Osmanlı padişahı ama 35 Osmanlı padişah tuğrası vardır. (Ancak duyumlarımıza göre Osman Gazi’ye ait bir tek sikke (para) bulunmuştur ve bunda "Osman bin Ertuğrul bin Gündüz Alp" ifadesi yer almaktadır).
Tuğraların büyük Selçuklulardan Anadolu Selçukluları ve beylikleri aracılığı ile Osmanlılara geçtiği kabul edilmektedir (1). Tuğralar, Osmanlı devletinin kuruluşundan yıkılmasına kadar çok çeşitli yerlerde kullanılmış, hat sanatında bir kol olmuş ve resmi görevini tamamladıktan sonra tarihe mal olmuştur (3). Halen hat sanatını icra edenlerce sanatsal amaçlı olarak yaşatılmaktadır.
Önceleri ahitname, name-i hümayun, berat, menşur ve fermanlar gibi pek çok resmi evrak üzerine resmiyet kazandırmak için çekilen tuğra daha sonraları hükümdarlık (hanedan) sembolü olarak paralarda ve yine bu ilk devirlerde (onbeşinci asır) defterhane defter ve kayıtları başında ve daha sonra ise bir arma olarak bayraklar, pullar, senetler, nüfus tezkereleri, pasaportlar, resmi abideler, resmi binalar, savaş gemileri, çeşmeler, imaretler, camiler ve saraylarda da kullanılarak genelleşmiştir (1).
Tuğra Türklere özgüdür. Tuğranın şekli kendine mahsustur. Ne herhangi bir şey tuğraya benzer, ne de tuğra herhangi bir şeye (4). Her tuğrada bir yandan alışılmış tuğra şeklini korumak, diğer yandan her sultanın künyesini bu şekille barıştırmak. Zor bir sanat. Osmanlılarda Orhan Gazi’den Sultan Vahideddin’e kadar tekrarlanan ve değişen parçalarla tuğraların estetik evrimini izlemek çok ilgi çekicidir ve bu haliyle tam Osmanlı tuğra serisi bir sanatın tarihinin 600 yıllık film şeridi gibidir.
İlk yirmi kadar Osmanlı tuğrasının sanatsal açıdan olmasa da tarihsel açıdan önemi vardır. Yalnız bunlar içinde yedinci padişah Fatih’in ve onuncu padişah Kanuni’nin tuğraları kendilerinden önceki ve sonrakilere göre estetik ve şekil açısından birer sivrilme yaparlar.
Tuğra simgesel anlamı ile belgelerin başında yer alırdı, sonunda değil...(4)
Tuğra kelimesi Osmanlıdan önceye dayansa da ve yine tuğra benzerleri daha eski Türk devletlerinin belgelerinde kullanılsa da Osmanlı tuğralarının kendilerinden öncekilerle isim benzerliği dışında ortak yanı pek yoktur. İlk Osmanlı tuğrasının sahibi Orhan Gazi’nin tuğrasında yazılı Orhan ve Osman kelimelerinin yazılış şekli kendinden sonra gelen tuğraların iskeletini oluşturmuştur (3).
Belge üstündeki tuğranın büyüklüğü belge kağıdı ile yazıların durumuna bağlı ve bunlarla uyumlu olurdu. Tuğraların sağ tarafına çiçek koymak veya mahlas yazmak usulü sonradan meydana çıkmıştır (1)
Tuğralar bir arma olarak olgunlaşmış halini aldıktan sonra hattatlar sanatsal boyuta geçerek hep daha güzelini yazmaya çalışmışlardır. Sanatsal tuğra tabloları halinde padişah tuğraları dışında yakın zamanlarda Kur’an-ı Kerim’den ayetler, hadisler, dualar, şahıs isimleri vb. de yazılmıştır.
Bir padişahın tuğrası kabul gördükten sonra saltanatı boyunca içeriği değişmezdi. Ancak farklı ellerden farklı çıkan tuğralar da elbet olurdu. Bir Osmanlı belgesinin tarih tesbitinde, varsa üzerindeki tuğranın sahibinin bilinmesi çok yardımcı olur. Hatta tuğradaki nüanslar tarih aralığını daha da kısaltır (3).
Tuğralar içinde en mükemmel tuğra Hattat Sami Efendi tarafından yazılan II. Abdülhamid tuğrası kabul edilmekte ve sayın Prof. Dr. Uğur Derman bu tuğra için “Tuğraların Padişahı” demektedir (5).
Tuğraların okunabilmesi tüm Osmanlı tuğralarının bir araya getirilmesi ile mümkün olmuştur. Bu meyanda Suha Umur’un çalışmaları takdire şayandır, eseri bize yol göstermiştir, kendisini en iyi dileklerimle zikrediyorum.
Osmanlılarda da Tuğra, sultanların gözalıcı kaligrafik nişan, alamet veya arması, bir çeşit imzasıdır. Sultanın ve babasının adını ve çoğunda el muzaffer daima dua ibaresini içerirdi. Örneğin Kanuni Sultan Süleyman’ın tuğrasında “Süleyman şah bin Selim şah han el-muzaffer daima” yazmaktadır. “bin” “oğlu” demektir. Tuğra bizatihi sultan tarafından yazılmayıp nişancı veya tuğrakeş veya tuğrâî veya tuğranüvis veya tevkiî denilen görevlilerce yazılırdı. Yetkisiz tuğra çekilemezdi. Tuğralar bazı sultanların mühürlerine de kazılmıştır.
Osmanlılarda gereği halinde sınır boylarındaki eyaletlerde bulunan vezirlerin aradaki mesafenin uzaklığına ve siyasi nedenlere bağlı olarak önemli konularda tuğra çekmelerine izin verilmiştir. Tuğrakeş vezir denilen bu eyalet valilerinin tuğra çekmek yetkileri Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın sadaretine kadar devam etmiş ve onun son zamanında kaldırılmıştır 1640-43 M.) (1).
Osmanlı tarih belgelerinde geçen “tevki-i hümâyun” “tevki-i refî” “tevki-i refi-i hümâyun” “nişân-ı şerif-i âlîşân-ı sultanî” “tuğrây-ı garrâ” “tuğrây-ı garrây-ı sâmi mekân-ı hâkanî” “nişan-ı hümâyun” “tuğray-ı meymun” “misal-i meymun” “misal-i hümayun” “nişan-ı şerif-i âlîşan” “alamet-i şerife” gibi deyimlerin hepsi de tuğra demektir. (1)
Hükümdar ve şehzade tuğralarından başka vezir-i azamın ve eyaletlerdeki vezir, beylerbeyi ve sancak beylerinin hükümet ve eyalet işlerine ait belgelerde imza yerine geçmek üzere tuğrayı andıran “pençe” tabir edilen alametler kullandıkları görülmektedir. Bunun Osmanlılar’da hangi tarihte başladığı ve Osmanlılar’dan önce de kullanılıp kullanılmadığı belli değildir. Pençe, yazılan şahısların derece ve önemlerine göre belgenin sağ kenarının başına veya ortasına veya imza yerine belgenin sonuna Arap harfleri ile çekilirdi. Eğer belge batı dillerinden biri ile yazılmışsa o zaman pençe belgenin sol tarafına çekilirdi. Pençeler tuğradan farklı olarak tek kavislidir. Çift kavis ancak tuğralarda olup başkaları çift kavis çekemezlerdi. Sadrazamların buyuruldularına pençe koymaları 19. yüzyıl ortalarından sonra yerini resmi mühüre bırakmıştır. Vezir-i azam, vali ve beylerbeylerinin pençe ve resmi mühür ile onayladıkları emirlere “buyuruldu” denilirdi (1).
En eski Osmanlı tuğrası ikinci Osmanlı sultanı Orhan Gazi’ye aittir. Bu tuğrayı taşıyan iki belge bulunmuştur (2). Birinci sultan Osman Gazi’ye ait bir tuğraya günümüze dek hiçbir yerde rastlanmamıştır. Bu nedenle 36 Osmanlı padişahı ama 35 Osmanlı padişah tuğrası vardır. (Ancak duyumlarımıza göre Osman Gazi’ye ait bir tek sikke (para) bulunmuştur ve bunda "Osman bin Ertuğrul bin Gündüz Alp" ifadesi yer almaktadır).
Tuğraların büyük Selçuklulardan Anadolu Selçukluları ve beylikleri aracılığı ile Osmanlılara geçtiği kabul edilmektedir (1). Tuğralar, Osmanlı devletinin kuruluşundan yıkılmasına kadar çok çeşitli yerlerde kullanılmış, hat sanatında bir kol olmuş ve resmi görevini tamamladıktan sonra tarihe mal olmuştur (3). Halen hat sanatını icra edenlerce sanatsal amaçlı olarak yaşatılmaktadır.
Önceleri ahitname, name-i hümayun, berat, menşur ve fermanlar gibi pek çok resmi evrak üzerine resmiyet kazandırmak için çekilen tuğra daha sonraları hükümdarlık (hanedan) sembolü olarak paralarda ve yine bu ilk devirlerde (onbeşinci asır) defterhane defter ve kayıtları başında ve daha sonra ise bir arma olarak bayraklar, pullar, senetler, nüfus tezkereleri, pasaportlar, resmi abideler, resmi binalar, savaş gemileri, çeşmeler, imaretler, camiler ve saraylarda da kullanılarak genelleşmiştir (1).
Tuğra Türklere özgüdür. Tuğranın şekli kendine mahsustur. Ne herhangi bir şey tuğraya benzer, ne de tuğra herhangi bir şeye (4). Her tuğrada bir yandan alışılmış tuğra şeklini korumak, diğer yandan her sultanın künyesini bu şekille barıştırmak. Zor bir sanat. Osmanlılarda Orhan Gazi’den Sultan Vahideddin’e kadar tekrarlanan ve değişen parçalarla tuğraların estetik evrimini izlemek çok ilgi çekicidir ve bu haliyle tam Osmanlı tuğra serisi bir sanatın tarihinin 600 yıllık film şeridi gibidir.
İlk yirmi kadar Osmanlı tuğrasının sanatsal açıdan olmasa da tarihsel açıdan önemi vardır. Yalnız bunlar içinde yedinci padişah Fatih’in ve onuncu padişah Kanuni’nin tuğraları kendilerinden önceki ve sonrakilere göre estetik ve şekil açısından birer sivrilme yaparlar.
Tuğra simgesel anlamı ile belgelerin başında yer alırdı, sonunda değil...(4)
Tuğra kelimesi Osmanlıdan önceye dayansa da ve yine tuğra benzerleri daha eski Türk devletlerinin belgelerinde kullanılsa da Osmanlı tuğralarının kendilerinden öncekilerle isim benzerliği dışında ortak yanı pek yoktur. İlk Osmanlı tuğrasının sahibi Orhan Gazi’nin tuğrasında yazılı Orhan ve Osman kelimelerinin yazılış şekli kendinden sonra gelen tuğraların iskeletini oluşturmuştur (3).
Belge üstündeki tuğranın büyüklüğü belge kağıdı ile yazıların durumuna bağlı ve bunlarla uyumlu olurdu. Tuğraların sağ tarafına çiçek koymak veya mahlas yazmak usulü sonradan meydana çıkmıştır (1)
Tuğralar bir arma olarak olgunlaşmış halini aldıktan sonra hattatlar sanatsal boyuta geçerek hep daha güzelini yazmaya çalışmışlardır. Sanatsal tuğra tabloları halinde padişah tuğraları dışında yakın zamanlarda Kur’an-ı Kerim’den ayetler, hadisler, dualar, şahıs isimleri vb. de yazılmıştır.
Bir padişahın tuğrası kabul gördükten sonra saltanatı boyunca içeriği değişmezdi. Ancak farklı ellerden farklı çıkan tuğralar da elbet olurdu. Bir Osmanlı belgesinin tarih tesbitinde, varsa üzerindeki tuğranın sahibinin bilinmesi çok yardımcı olur. Hatta tuğradaki nüanslar tarih aralığını daha da kısaltır (3).
Tuğralar içinde en mükemmel tuğra Hattat Sami Efendi tarafından yazılan II. Abdülhamid tuğrası kabul edilmekte ve sayın Prof. Dr. Uğur Derman bu tuğra için “Tuğraların Padişahı” demektedir (5).
Tuğraların okunabilmesi tüm Osmanlı tuğralarının bir araya getirilmesi ile mümkün olmuştur. Bu meyanda Suha Umur’un çalışmaları takdire şayandır, eseri bize yol göstermiştir, kendisini en iyi dileklerimle zikrediyorum.
TUĞRANIN BÖLÜMLERİ
1- Sere (Kürsü): Tuğranın en altında bulunan ve asıl metnin (padişah ve babasının adı, ünvanları ve –el- muzaffer daima duası) yazılı bulunduğu kısımdır.
2- Beyze’ler (Arapça: yumurta): Tuğranın sol tarafında bulunan iç içe iki kavisli kısımdır.
3- Tuğ’lar: Tuğranın üstüne doğru uzanan “elif” harfi şeklindeki uzantılardır. Her zaman elif değillerdir. Bazen harf de değillerdir. Yanlarında yer alan flama şeklindeki kavislere “zülfe” denir.
4- Kollar (hançere): Beyzelerin devamı olarak sağa doğru paralel uzanan kollardır.
Bazı tuğralarda sağ üst boşlukta ilgili padişahın “mahlas” veya sıfatı da görülür.
1- Sere (Kürsü): Tuğranın en altında bulunan ve asıl metnin (padişah ve babasının adı, ünvanları ve –el- muzaffer daima duası) yazılı bulunduğu kısımdır.
2- Beyze’ler (Arapça: yumurta): Tuğranın sol tarafında bulunan iç içe iki kavisli kısımdır.
3- Tuğ’lar: Tuğranın üstüne doğru uzanan “elif” harfi şeklindeki uzantılardır. Her zaman elif değillerdir. Bazen harf de değillerdir. Yanlarında yer alan flama şeklindeki kavislere “zülfe” denir.
4- Kollar (hançere): Beyzelerin devamı olarak sağa doğru paralel uzanan kollardır.
Bazı tuğralarda sağ üst boşlukta ilgili padişahın “mahlas” veya sıfatı da görülür.
Yazı mı tura mı?
Eski paraların değerini gösteren kısmına yazı, tuğralı yüzlerine de tura denerek kolay kur’a çekimi için kullandığımız “yazı mı tura mı?” deyimi buradan çıkmıştır.
Kaynak: www.tugra.org
etiketler osmanlı , tugra , tuğra
Osmanlı Türkçesi
Oğuz Türklerinin Anadolu’da oluşturdukları dil “Batı Türkçesi”, “Batı Oğuzcası”, “Türkiye
Türkçesi” gibi adlarla anılmaktadır. Batı Türkçesinin 13. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına
kadar süren uzunca bir dönemde Anadolu’da gelişen yazı diline “Osmanlı Türkçesi” denir.
Üç döneme ayrılan Batı Türkçesinin ilk dönemine Eski Osmanlıca, Eski Türkiye Türkçesi
veya Eski Anadolu Türkçesi adları verilir. Bu dönem Anadolu Selçukluları, Beylikler Çağı
ve Osmanlı Devletinin İstanbul’un fethine kadar olan zamanı içine alır. Sözü edilen dönem Osmanlının kuruluş dönemidir.
İkinci dönem, Klâsik Osmanlı Türkçesi adıyla anılmakta olup 15. yüzyılın ortalarından 19. yüzyıla kadar devam eder.
Üçüncü dönem ise “Yeni Osmanlı Türkçesi” adıyla anılmakta olup Tanzimat’tan 1908’e
yani ikinci meşrutiyete kadar gelir. Daha sonraki dönem ise “Yeni Türkiye Türkçesi” olarak adlandırılır.
Osmanlı Türkçesi döneminde bilhassa Arapça ve Farsçadan alınan kelime ve gramer
unsurları, Anadolu’da yaşayan farklı dillerden etkilenmeler vb. sebeplerle dil bir hayli gelişmiş ve değişmiştir. Sözü edilen dönemde, Türkçe yönünden sade anlaşılır metinlerin
yanında Arapça ve Farsça unsurlarla dolu belli bir kesimin anlayabileceği metinler de yazılmıştır. Hem manzum hem de mensur olarak yazılan metinlerde sade, orta ve süslü dillerle eserler telif edilmiştir. Dinî metinler sade ve orta seviyede bir dille kaleme alınırken
edebî metinler her üç seviyede de kaleme alınmışlardır. Bunların dışında Özel kalıpları ve
formülleri olan resmî belge dili de vardır. Resmî dille yazılan metinler diğerlerinden farklılık arz eder. Şurası unutulmamalıdır ki Arapça Farsça unsurların çok yaygın olduğu metinlerde bile Türkçe cümle yapısı ve gramer hususiyetleri hâkim olmuştur. Ayrıca farklı
dillerden alınan unsurlar bir şekilde ve zaman içinde asli hüviyetlerinden uzaklaştırılarak
Türkçeleştirilmişlerdir. Böylece Osmanlı Türkçesi Türk tarihi içinde dünyanın en zengin;
ifade gücü ve ahenk özelliği en yüksek dilleri arasına girmiştir.
Kaynak: T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2381
etiketler osmanlıca , osmanlıca nedir , osmanlıcanın önemi
Mesnevi
1. Bişnev in ney çün hikâyet mîküned
Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned
Dinle, bu ney neler hikâyet eder,
ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.
2. Kez neyistân tâ merâ bübrîdeend
Ez nefîrem merd ü zen nâlîdeend
Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan
erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir.
3. Sîne hâhem şerha şerha ez firâk
Tâ bigûyem şerh-i derd-i iştiyâk
İştiyâk derdini şerhedebilmem için, ayrılık acılarıyle
şerha şerhâ olmuş bir kalb isterim.
4. Herkesî kû dûr mand ez asl-ı hiş
Bâz cûyed rûzgâr-ı vasl-ı hîş
Aslından vatanından uzaklaşmış olan kimse,
orada geçirmiş olduğu zamanı tekrar arar.
5. Men beher cem’iyyetî nâlân şüdem
Cüft-i bedhâlân ü hoşhâlân şüdem
Ben her cemiyette, her mecliste inledim durdum. Bedhâl (kötü huylu) olanlarla da, hoşhâl (iyi huylu) olanlarla da düşüp kalktım.
6. Herkesî ez zann-i hod şüd yâr-i men
Vez derûn-i men necüst esrâr-i men
Herkes kendi anlayışına göre benim yârim oldu.
İçimdeki esrârı araştırmadı.
7. Sırr-ı men ez nâle-i men dûr nist
Lîk çeşm-i gûşrâ an nûr nîst
Benim sırrım feryâdımdan uzak değildir. Lâkin her gözde onu görecek nûr, her kulakda onu işitecek kudret yoktur.
8. Ten zi cân ü cân zi ten mestûr nîst
Lîk kes râ dîd-i cân destûr nîst
Beden ruhdan, ruh bedenden gizli değildir. Lâkin herkesin rûhu
görmesine ruhsat yoktur.
9. Âteşest în bang-i nây ü nîst bâd
Her ki în âteş nedâred nîst bâd
Şu neyin sesi âteşdir; havâ değildir. Her kimde bu âteş yoksa, o kimse yok olsun.
10. Âteş-i ıskest ke’nder ney fütâd
Cûşiş-i ışkest ke’nder mey fütâd
Neydeki âteş ile meydeki kabarış, hep aşk eseridir.
11. Ney harîf-i herki ez yârî bürîd
Perdehâyeş perdehây-i mâ dirîd
Ney, yârinden ayrılmış olanın arkadaşıdır. Onun makam perdeleri,
bizim nûrânî ve zulmânî perdelerimizi -yânî, vuslata mânî olan perdelerimizi- yırtmıştır.
12. Hem çü ney zehrî vü tiryâkî ki dîd
Hem çü ney dem sâz ü müştâkî ki dîd
Ney gibi hem zehir, hem panzehir; hem demsâz, hem müştâk bir
şeyi kim görmüştür
13. Ney hadîs-i râh-i pür mîküned
Kıssahây-i ışk-ı mecnûn mîküned
Ney, kanlı bir yoldan bahseder, Mecnûnâne aşkları hikâye eder.
14. Mahrem-î în hûş cüz bîhûş nist
Mer zebânrâ müşterî cüz gûş nîst
Dile kulakdan başka müşteri olmadığı gibi, mâneviyâtı idrâk
etmeye de bîhûş olandan başka mahrem yoktur
15. Der gam-î mâ rûzhâ bîgâh şüd
Rûzhâ bâ sûzhâ hemrâh şüd
Gamlı geçen günlerimiz uzadı ve sona ermesi gecikti. O günler, mahrûmiyyetten ve ayrılıktan hâssıl olan ateşlerle arkadaş oldu –yânî, ateşlerle,
yanmalarla geçti.
16. Rûzhâ ger reft gû rev bâk nîst
Tû bimân ey ânki çün tû pâk nist
Günler geçip gittiyse varsın geçsin. Ey pâk ve mübârek olan
insân-ı kâmil; hemen sen vâr ol!..
17. Herki cüz mâhî zi âbeş sîr şüd
Herki bîrûzîst rûzeş dîr şüd
Balıktan başkası onun suyuna kandı. Nasibsiz olanın da
rızkı gecikti.
18. Der neyâbed hâl-i puhte hîç hâm
Pes sühan kûtâh bâyed vesselâm
Ham ervâh olanlar, pişkin ve yetişkin zevâtın hâlinden anlamazlar.
O halde sözü kısa kesmek gerektir vesselâm.
Tweetle
Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned
Dinle, bu ney neler hikâyet eder,
ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.
2. Kez neyistân tâ merâ bübrîdeend
Ez nefîrem merd ü zen nâlîdeend
Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan
erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir.
3. Sîne hâhem şerha şerha ez firâk
Tâ bigûyem şerh-i derd-i iştiyâk
İştiyâk derdini şerhedebilmem için, ayrılık acılarıyle
şerha şerhâ olmuş bir kalb isterim.
4. Herkesî kû dûr mand ez asl-ı hiş
Bâz cûyed rûzgâr-ı vasl-ı hîş
Aslından vatanından uzaklaşmış olan kimse,
orada geçirmiş olduğu zamanı tekrar arar.
5. Men beher cem’iyyetî nâlân şüdem
Cüft-i bedhâlân ü hoşhâlân şüdem
Ben her cemiyette, her mecliste inledim durdum. Bedhâl (kötü huylu) olanlarla da, hoşhâl (iyi huylu) olanlarla da düşüp kalktım.
6. Herkesî ez zann-i hod şüd yâr-i men
Vez derûn-i men necüst esrâr-i men
Herkes kendi anlayışına göre benim yârim oldu.
İçimdeki esrârı araştırmadı.
7. Sırr-ı men ez nâle-i men dûr nist
Lîk çeşm-i gûşrâ an nûr nîst
Benim sırrım feryâdımdan uzak değildir. Lâkin her gözde onu görecek nûr, her kulakda onu işitecek kudret yoktur.
8. Ten zi cân ü cân zi ten mestûr nîst
Lîk kes râ dîd-i cân destûr nîst
Beden ruhdan, ruh bedenden gizli değildir. Lâkin herkesin rûhu
görmesine ruhsat yoktur.
9. Âteşest în bang-i nây ü nîst bâd
Her ki în âteş nedâred nîst bâd
Şu neyin sesi âteşdir; havâ değildir. Her kimde bu âteş yoksa, o kimse yok olsun.
10. Âteş-i ıskest ke’nder ney fütâd
Cûşiş-i ışkest ke’nder mey fütâd
Neydeki âteş ile meydeki kabarış, hep aşk eseridir.
11. Ney harîf-i herki ez yârî bürîd
Perdehâyeş perdehây-i mâ dirîd
Ney, yârinden ayrılmış olanın arkadaşıdır. Onun makam perdeleri,
bizim nûrânî ve zulmânî perdelerimizi -yânî, vuslata mânî olan perdelerimizi- yırtmıştır.
12. Hem çü ney zehrî vü tiryâkî ki dîd
Hem çü ney dem sâz ü müştâkî ki dîd
Ney gibi hem zehir, hem panzehir; hem demsâz, hem müştâk bir
şeyi kim görmüştür
13. Ney hadîs-i râh-i pür mîküned
Kıssahây-i ışk-ı mecnûn mîküned
Ney, kanlı bir yoldan bahseder, Mecnûnâne aşkları hikâye eder.
14. Mahrem-î în hûş cüz bîhûş nist
Mer zebânrâ müşterî cüz gûş nîst
Dile kulakdan başka müşteri olmadığı gibi, mâneviyâtı idrâk
etmeye de bîhûş olandan başka mahrem yoktur
15. Der gam-î mâ rûzhâ bîgâh şüd
Rûzhâ bâ sûzhâ hemrâh şüd
Gamlı geçen günlerimiz uzadı ve sona ermesi gecikti. O günler, mahrûmiyyetten ve ayrılıktan hâssıl olan ateşlerle arkadaş oldu –yânî, ateşlerle,
yanmalarla geçti.
16. Rûzhâ ger reft gû rev bâk nîst
Tû bimân ey ânki çün tû pâk nist
Günler geçip gittiyse varsın geçsin. Ey pâk ve mübârek olan
insân-ı kâmil; hemen sen vâr ol!..
17. Herki cüz mâhî zi âbeş sîr şüd
Herki bîrûzîst rûzeş dîr şüd
Balıktan başkası onun suyuna kandı. Nasibsiz olanın da
rızkı gecikti.
18. Der neyâbed hâl-i puhte hîç hâm
Pes sühan kûtâh bâyed vesselâm
Ham ervâh olanlar, pişkin ve yetişkin zevâtın hâlinden anlamazlar.
O halde sözü kısa kesmek gerektir vesselâm.
etiketler mesnevi , mevlana , ney , neyzen
Ney
Mesnevi'de Ney
Mesnevi ilk 18 beytinde neyden bahseder sonraki 6 cildinde de bunu açıklar. Burada ney sembolü altından bir dünya görüşü ve bir medeniyet anlatılır. Neyzen olmakla bu dünya görüşünü öğrenmeye de talip olmak da ilişkilendirilmektedir.
Dinle neyden kim hikâyet etmede
ayrılıklardan şikayet etmede
Mevlana ayrılıklardan şikayet etmede
etiketler mevlana , ney , neyzen
Alak Sûresi
سُورَةُ الْعَلَقِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَۚ ﴿١﴾ خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍۚ ﴿٢﴾ اِقْرَأْ وَرَبُّكَ الْاَكْرَمُۙ ﴿٣﴾ اَلَّذ۪ي عَلَّمَ بِالْقَلَمِۙ ﴿٤﴾ عَلَّمَ الْاِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْۜ ﴿٥﴾ كَلَّٓا اِنَّ الْاِنْسَانَ لَيَطْغٰىۙ ﴿٦﴾ اَنْ رَاٰهُ اسْتَغْنٰىۜ ﴿٧﴾ اِنَّ اِلٰى رَبِّكَ الرُّجْعٰىۜ
Kaynak: kuran.diyanet.gov.tr
etiketler alak suresi
Neden Osmanlıca ?
Farklı bir dil öğrenmek isteriz.İllgimiz,isteğimiz ve
en önemlisi de merak dürtüsü varsa kolayca bir dil öğrenebiliriz.”Bir
dil bir insan” sözü ikinci bir kişi olabileceğimiz için sevindirir
bizi.Kariyerimizi artırır.İnsanların önünde bir adım önde gitmemize
neden olur?
Günümüzde en yaygın diller arasında İspanyolca, İngilizce ve Japonca vardır. İnsanlar harıl harıl bu ve benzeri dilleri öğrenmek için çaba sarfediyor,emek veriyor,para akıtıyor. Şunu da tavsiye etmeden geçemem; mutlaka yabancı bir dil öğrenmek için gayret gösterin. Güzel olmasaydı Efendiler Efendisi(sav), Süryanice öğrenmesi için bazı sahabe efendilerimizi görevlevlendirir miydi hiç ?
Tweetle
Günümüzde en yaygın diller arasında İspanyolca, İngilizce ve Japonca vardır. İnsanlar harıl harıl bu ve benzeri dilleri öğrenmek için çaba sarfediyor,emek veriyor,para akıtıyor. Şunu da tavsiye etmeden geçemem; mutlaka yabancı bir dil öğrenmek için gayret gösterin. Güzel olmasaydı Efendiler Efendisi(sav), Süryanice öğrenmesi için bazı sahabe efendilerimizi görevlevlendirir miydi hiç ?
600 yıl dünyaya hükümdar olmuş insanların
evlatlarıyız biz.Padişahlarımızın isimlerini duyunca,zikredince ne büyük
onur duyuyoruz değil mi? Adaletleriyle,eğitimleriyle,sosyal
yapılarıyla,ticaretleriyle...Kocaman bir şükür çekiyoruz,böyle
maneviyatlı insanların evlatları olduğumuz için. Değil mi? Özellikle de
eğitim alanında yapılan güzel çalışmalar gözlerimizi kamaştırıyor.Halk
dili,resmi dil,edebiyat dili…Arapça,Osmanlıca,Farsça.Farklı farklı…Ne
kadar çok seslilik…Ne kadar güzel bir kültürel birikim…Hele bir de
padişahlarımızın bildikleri dil sayısı.Hemen hemen bütün padişahlarımız
birden fazla dil biliyor.Mesela,Fatih Sultan Mehmet tam 7 dil
biliyor.Peki ya bizler?Lâtin alfabesinin(Türkçe) yanında ne biliyoruz?
Prof.Dr.Oktay Sinanoğlu’nun dediği gibi Tarzanca İngilizce… Onu da tam
bilenimiz sınırlı.Ama çok iyi öğrenmek gerekir.
Niçin İngilizce,Almanca,Japonca gibi dünya
dillerinin yanında OSMANLICA’yı öğrenmeyelim?Öğrenirsek çok şey
kazanacağız.Tarih kitaplarında ve ilkokuldan bu yana tarih derslerimde
bir isim duydum;Osman Bey.Osmanlı Devleti’nin kurucusu.Adını devlete
veren isim….Tarihe damgasını vuran Osman Bey….O’na karşı vefa borcumuzu
ödeyeceğiz.Bu dil bizim tarihimizin dili…O’na sahip çıkmalıyız.Sonra
Osmanlıca,Kuran harfleri…Rabbimizin harfleri ile daha yakından haşır
neşir olabileceğiz.Çünkü,Kur’an-Kerim’e sadece abdestli iken
dokunayım,okuyayım deyip şeytanın erteleme tuzağına düşmekten
kurtulacağız.Osmanlıca ile heran her zaman meşgul olabileceğiz.Diğer
yandan Osmanlıca öğrenmeye bir ilim gözüyle bakarsanız sevap cihetiyle
de inşallah kazanan olacağınıza inanıyorum.
Şu hadis bize yol göstecektir: Ebu Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm, bir gün, hücrelerinden birinden çıkıp mescide
girmişti. Mescidde ise iki halka vardı. Birinde halk, Kur'ân okuyor,
Allah'a dua ediyordu. Diğerindekiler ilim öğrenip ilim öğretmekle
meşguldü. Aleyhissalâtu vesselâm: "Her ikisi de hayır üzeredir: Şunlar
Kur'ân okuyorlar, Allah'a dua ediyorlar, Allah (taleplerini) dilerse
onlara verir, dilemezse vermez. Bunlar ise öğrenip öğretiyorlar. Ben de
bir muallim olarak gönderildim!" buyurdular ve ilim halkasına
oturdular."(Dâvud)
Ecdadımızla aramızda uçurumlar kurmak yerine daha da
yakınlaşabiliriz Osmanlıcayı öğrenerek.Bir yerlere gittiğimizde tarihi
bir mekanda yazan Osmanlıcayı okuyarak bu vatana ve atalarımıza karşı
borcumuzu ödeyebiliriz…Osmanlıcayla kalın,selamlar…
Sena Aydın
Kaynak: kuranharfleri.com
etiketler osmanlıca , osmanlıca nedir
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)
Bugün
Blog Archive
-
▼
2012
(
57
)
-
▼
Eylül
(
25
)
- Elif Ba
- Su Misali..
- Necip Fazıl Kısakurek..
- Osmanlıca Okuma Metinleri (2) Çiftçinin Nasihatı
- Osmanlıca Okuma Metinleri (1) Kuzu ve Bebek
- Osmanlıca Font
- Rika Yazı Alıştırmaları
- İstanbul ( Necip Fazıl Kısakurek)
- Harf Davası (Necip Fazıl Kısakurek)
- AOF Osmanlıca Dersleri (e-book)
- TSE Osmanlica Klavye Standartlari
- Osmanlıca Rehberi (Kitap) 2
- Osmanlıca Rehberi (Kitap)
- Osmanlıca İmla Lûgatı
- Osmanlıca Ekler
- Osmanlıca imla (twitter)
- Osmanlıca Rehberi (Giriş ve Müredat)
- İstanbul Üniversitesi
- Tuğra
- Osmanlıca Font
- Osmanlı Türkçesi
- Mesnevi
- Ney
- Alak Sûresi
- Neden Osmanlıca ?
-
▼
Eylül
(
25
)
Tavsiye Linkler
Popüler Yayınlar
-
ÇİFTÇİNİN NASİHATI Vaktiyle bir çiftçi varmış, Tecrübeli ihtiyarmış. Hastalanıp yatmış bir gün Çocuklar mahzun, küskün Topla...
-
KUZU VE BEBEK Kuzunun yününü kırpdılar, hayvancağız sesini çıkarmadı. Fakat esvabı alınınca kederlendi. Çünkü hava soğudu. Kuzu ü...
-
Osmanlıca güzel yazı alıştırmaları için bir e book Tıklayınız Not: kaydetmek için sağ tıklayıp hedefi/ bağlantıyı farklı kayde...
-
Çalışmalarınızda kullanabileceğiniz font paketini indirmek için Tıklayınız Yukarıdaki linkler çalşmıyorsa Tıklayınız Düzenleme...
Etiketler
- osmanlıca ( 42 )
- RAMAZAN ( 8 )
- osmanlı ( 8 )
- necip fazıl ( 7 )
- necip fazıl kısakürek ( 6 )
- nfk ( 5 )
- osmanlıca dersleri ( 5 )
- osmanlıca imla ( 4 )
- osmanlıca metin ( 4 )
- bilgisayarda osmanlıca ( 3 )
- istanbul ( 3 )
- kuran ( 3 )
- osmanlıca bilgisayar ( 3 )
- osmanlıca destek ( 3 )
- osmanlıca imla lügati ( 3 )
- osmanlıca kitap ( 3 )
- osmanlıca metinleri ( 3 )
- osmanlıca nedir ( 3 )
- osmanlıca okuma metinleri ( 3 )
- osmanlıca rehberi ( 3 )
- osmanlıca yazma ( 3 )
- tarih ( 3 )
- divan ( 2 )
- islam ( 2 )
- kuran harfleri ( 2 )
- kuran-ı kerim ( 2 )
- mevlana ( 2 )
- ney ( 2 )
- neyzen ( 2 )
- osmanlıca font ( 2 )
- osmanlıca imla kaideleri ( 2 )
- osmanlıca kursu ( 2 )
- osmanlıca okuma ( 2 )
- osmanlıca yazı ( 2 )
- osmanlıca öğrenmek ( 2 )
- ramazan hadisleri ( 2 )
- rika ( 2 )
- riqa ( 2 )
- word arapça ( 2 )
- word arapça yazmak ( 2 )
- word osmanlıca ( 2 )
- word osmanlıca yazman ( 2 )
- wordde osmanlıca ( 2 )
- Fatih ( 1 )
- Hayat ( 1 )
- Kuran elifbası ( 1 )
- Mehmet Akif ( 1 )
- Mehmet Akif Ersoy ( 1 )
- Osmanlıyı tahrip ( 1 )
- Web ( 1 )
- Zulmu Alkışlayamam ( 1 )
- abdülkadir geylani ( 1 )
- alak suresi ( 1 )
- arapça ( 1 )
- arapça font ( 1 )
- aöf edebiyat ( 1 )
- aöf osmanlıca ( 1 )
- büyük doğu ( 1 )
- divan yazısı ( 1 )
- divani ( 1 )
- dua ( 1 )
- ebced ( 1 )
- elif ba ( 1 )
- elifba ( 1 )
- elifbe ( 1 )
- fahrettin paşa ( 1 )
- fatih sultan mehmed ( 1 )
- font ( 1 )
- günlük dua ( 1 )
- günlük dualar ( 1 )
- hakikat ( 1 )
- harf davası ( 1 )
- hat ( 1 )
- hattı divani ( 1 )
- havar geylani ( 1 )
- hiç ( 1 )
- hüsn-ü hat ( 1 )
- ilahi ( 1 )
- iskilipli atıf hoca ( 1 )
- iskilipli atıf hocanın savunması ( 1 )
- istanbul isimleri ( 1 )
- istanbul üniversitesi ( 1 )
- istanbulun isimleri ( 1 )
- istiklal marşı ( 1 )
- karabas tecvidi ( 1 )
- kufi ( 1 )
- kuran meali ( 1 )
- kuranı kerim meali ( 1 )
- lise osmanlıca ( 1 )
- meal ( 1 )
- mesnevi ( 1 )
- nfk belgeselleri ( 1 )
- nfk filmleri ( 1 )
- oruç ( 1 )
- osmanlica ( 1 )
- osmanlı dönemi ( 1 )
- osmanlı döneminde ölçü ( 1 )
- osmanlıca font ( 1 )
- osmanlıca aylar ( 1 )
- osmanlıca ders kitabı ( 1 )
- osmanlıca ekler ( 1 )
- osmanlıca eğitimi ( 1 )
- osmanlıca günler ( 1 )
- osmanlıca istiklal marşı ( 1 )
- osmanlıca karabaş tecvidi ( 1 )
- osmanlıca klavye ( 1 )
- osmanlıca kuran ( 1 )
- osmanlıca lügat ( 1 )
- osmanlıca pdf ( 1 )
- osmanlıca photoshop ( 1 )
- osmanlıca sayılar ( 1 )
- osmanlıca tasarım ( 1 )
- osmanlıca tecvid ( 1 )
- osmanlıca tse ( 1 )
- osmanlıcada ekler ( 1 )
- osmanlıcam ( 1 )
- osmanlıcanın önemi ( 1 )
- osmanlıcaya giriş ( 1 )
- photoshop osmanlıca ( 1 )
- ramazan ile ilgili ( 1 )
- ramazan risalesi ( 1 )
- rika yazmak ( 1 )
- rika yazı alıştırmaları ( 1 )
- risale ( 1 )
- savunma ( 1 )
- seçmeli osmanlıca dersi ( 1 )
- tecvid ( 1 )
- teravih ( 1 )
- teravih namazı ( 1 )
- tugra ( 1 )
- tuğra ( 1 )
- uydurma hadisler ( 1 )
- web tasarım ( 1 )
- word 2010 ( 1 )
- word 2010 osmanlıca ( 1 )
- yasak ( 1 )
- zindandan mehmede mektup ( 1 )